25 Mart 2021 Perşembe

 

GÜNÜMÜZ SİYASETİNİN PROPAGANDA BAKANI

GOBBELS

‘‘Yalan ne kadar büyükse, inananı o kadar çok olur!’’ sözünü duymuş muydunuz?

Yanıtınız evetse fotoğrafın tam ortasında yer alan Goebbels ile zaten tanışmışsınız. 1897’de doğduktan sonra eğitim hayatını bir kenarda bırakıp gazeteciliğe soyunan, ufak tefek oyunlarla ayakta kalmaya çalışan Goebbels'in en ilginç özelliği 'Ari ırk' fikrine derinden bağlı olmasıydı. Neden ilginç, onu da anlatalım.

lkin, sarışın değildi. Topaldı, göz rengi kahverengiydi. Boyu da bugünün standartlarına göre hayli kısaydı, 1.60 civarındaydı. Tüm bu özelliklerden onu eleştirmek için değil, inandığı ideolojiye aykırı olduğu için bahsediyoruz. Belki de bu yüzden Nazizm'i de destekleyen bazı edebi yazıları ilgi görmemişti, bunun en önemli sebebi dilinin tıpkı Divan edebiyatı eserlerinde olduğu gibi ağdalı oluşuydu.

Bu dil edebiyat için yetersiz olsa da politika için işe yarayabilirdi. Maalesef yaradı da.


27 yaşında Nazi partisine resmi olarak kaydoldu, hayatını adadığı entelektüel yaşamı reddetme pahasına...

Üniversite mezunu, edebiyat söz konusu olduğunda hem okumaya hem de yazmaya tutkun, şiddetin her türlüsünden çekinen Goebbels okumuşlardan nefret eden, şiddetin benimsendiği Nazi ideolojisinin peşinden gitmeye karar vermişti. Partiye katıldıktan sonra kendi gibi olan herkesten nefret etmeye başlamıştı, o bir politikacıydı.

 Sırada Hitler'in gözüne girmek vardı. 1926'da idolüyle tanıştı birkaç saatlik sohbetin ardından artık o da idolü için vazgeçilmez biri olmuştu.

Hitler Goebbels’in Nazi partisi için neler yapabileceğinin farkındaydı, onu terfi ettirdi ve Berlin Nazi teşkilatının başına geçmesini teklif etti. Berlin o dönemler 'kızıl' olarak anılıyordu, yani Goebbels bir başarı sergileyecekse bu zorlu sol görüşlü şehirde sergilemeliydi. 

Nazi propaganda biriminin başına geçerek Berlin'e korku saldı, çekindiği şiddetin en iyi dostu olduğunu da orada öğrendi.

Sokaklarda yaptığı konuşmalarda kurduğu o ağdalı cümlelerin yerinin politika olduğunu da gösterir olmuştu. Nazi partisinde Hitler'den sonra onun adı anılmaya başlamıştı, öylesine etkiliydi ki!


Irkçılık, göçmen düşmanlığı, entelektüel nefreti... Ne ararsanız Goebbels'in propagandalarında boldu. Edebiyata yatkınlığı sayesinde insanlar onu saatlerce dinliyor, yazdığı propaganda metinleri kitleleri sürüklüyordu. Bu yıllar sona erdiğinde parti yönetiminde yerini almış, tüm propagandaları yönetme yetkisi verilmişti ona.

 
 

Propagandalar gittikçe agresifleşiyor, politikada Goebbels etkisi doğuyordu: "Tek millet, tek devlet, tek lider, büyük Almanya!"

1933’te Hitler, başbakan olduktan sonra Propaganda Bakanı olarak görev aldı, tüm kültür unsurlarının bu propaganda malzemeleri için kullanılmasına önayak oldu. Radyolar propaganda yayıyor, sanat merkezlerinin her köşesi Goebbels'in kışkırtıcı mesajlarıyla dolup taşıyordu. 

İktidar hırsı arttıkça propagandalarda yalanlar artıyor, insanları teşvik edebilmek için yaşanmamış olaylar piyasaya sürülüyordu.

Kültürlü bir yönetici olarak halkın cahil kalması için elinden gelen her şeyi yapıyordu ve bunu itiraf da ediyordu!

Kültüre dair ne varsa bakanlık denetimine girdiği ve baskılar arttığı için ülkeden aydınlar kaçmaya başlamış, büyük bir beyin göçünden söz edilir olmuştu. Tüm bu olayların ardında ülkenin en çok satan yayın organları ve daha da önemlisi radyoların kontrolü Nazilerin eline geçtiğinde Almanya ve Avrupa, felaketin eşiğine geldi.

İşte, Hitler'in ardındaki o kötücül akıl Goebbels Nazizmin yaygınlaşması için her şeyi yaptı, maalesef başarılı da oldu.

Politik amaçlar uğruna kültür ve sanata yapılan müdahalelerin nasıl zarar verdiği de böylece acı yüzlerce tecrübeyle tarihe geçmiş oldu. 

Gelin şimdi Gobblesin tarihe geçen propaganda sözlerine bakalım.
















23 Mart 2021 Salı

2.Dünya Savaşında Keskin Nişancılar -TUNA DERMANCI--

 

2.Dünya Savaşı dünyanın gördüğü ilk savaş değil ama savaşın seyri kullanılan silah, araç ve teçhizat bakımından kendine özgü bir yeri vardır. Silahları ölümcül yapan onları kullanan kişilerdir. Bu yazıda size 2.Dünya Savaşında kullandıkları silahları daha ölümcül yapan kişileri anlatacağım.

--TUNA DERMANCI--







SimoHäyhä

Häyhä, bugünkü Finlandiya-Rusya sınırına yakın Rautjärvi kasabasında doğdu ve askeri hizmeti 1925 yılında başladı.Savaşa girmeden önce bir çiftçi ve avcıydı.Kış Savaşı boyunca (1939-1940) keskin nişancı olarak Fin Ordusunda 6. Bölük 34. Piyade Alayı Kollaa'da Kızıl Orduya karşı görev yaptı. Hava sıcaklığının -40 ile -20 °C arasında iken beyaz kamuflajı ile doğrulanmış 505 doğrulanmamış 37 Sovyet askerini öldürmüştür.Yerini belirtme riski olduğu için tüfeğinde dürbün bile kullanmadan bir günde en fazla 25 Sovyet askerini öldürmüştür.Sovyetler onu durdurmak için başka keskin nişancılar ve topçular kullanmıştır.Bunun sonucunda 6 Mart 1940'ta bir Rus askeri tarafından çenesinin sol altından vuruldu.Savaştan sonra Finlandiya tarihinde en hızlı terfi alan asker olmuştur.Başarılı bir geyik avcısı ve köpek yetiştiricisi olup Finlandiya Cumhurbaşkanı ile bile avlanmıştır.SimoHäyhä, güneydoğu Finlandiya'da, Ruokolahti'de, Rus sınırına yakın bulunan küçük bir köyde ömrünün son yıllarını geçirmiştir.


 

İvan Sidorenko

İvan MihayloviçSidorenko , bilinen en iyi Sovyet keskin nişancılarından biridir. Onaylanmış olan 500 kadar asker veya subayı öldürmüştür.Köylü bir ailede doğan Ivan 10 yıl okula gittikten sonra Penza Sanat Okuluna gitmiştir.1941 yılında Sidorenko, topçu birliğinde ön yüzbaşı rütbesi ile Moskova Muharebesi'ne katıldı.Savaş devam ederken kendini keskin nişancılık konusunda geliştirdi. Kendini geliştirmesi ve bu geliştirmenin sonucun da elde ettiği yüksek başarı sayesinde komutanları tarafından diğer askerleri eğitmesine karar verildi.Savaş bittiğinde toplam 500 asker öldürmüştü.Savaştan sonra bir kömür madeninde ustabaşı olarak çalıştı.

 

LyudmilaPavlichenko:


Bir ABD başkanı tarafından Beyaz  Saray’a kabul edilen ilk Sovyet vatandaşı

LyudmillaPavlichenko, Sovyet Ordusu’nda keskin nişancı olmayı tercih eden 2000 kadından biriydi. II. Dünya Savaşı boyunca görev aldığı Odessa, Sivastapol cephelerinde 36’sı düşman keskin nişancı olmak üzere 309 Alman askeri öldürerek bir kadının istediğinde ne kadar tehlikeli olabileceğini tüm dünyaya kanıtladı…

Bir tanıtım ziyareti için Amerika’ya gönderildiğinde kendisini Beyaz Saray’da Franklin Roosevelt karşıladı. Pavlichenko, böylelikle Sovyet tarihindeki bir ilke imza atarak ABD başkanı tarafından kabul edilen ilk Sovyetler Birliği vatandaşı oldu.

Kapıdaki Düşman: VassiliZaitsev

Dünya Savaşı’nda sahneye çıkan ve hayatı Hollywood filmlerine konu olan Sovyet keskin nişancı. II. Dünya savaşı sırasında görev aldığı Sovyet ordusunda, Stalingrad cephesinde aralarında 13 Alman keskin nişancının da bulunduğu toplam 225 askeri yok etti.

Hayatının anlatıldığı Enemy at the Gates adlı filmde Hollywood, Zaitsev’in yazdığı efsaneyi zedelemek için amansız düşmanı olan keskin nişancı Binbaşı WalterKönig adlı karakteri yarattı.

1943 yılında dürbünü içinden geçerek gözüne isabet eden sniper mermisi ile ciddi şekilde yaralandı ve ölümden döndü… Tam 12’den yediği bu mermi onu cephelere veda etmek zorunda bıraktı. Her şeye rağmen başarıları, Sovyet ordusunun morallerini yüksek tutması için askerler arasında kulaktan kulağa yayıldı.


LüdmilaPavliçenko


LüdmilaPavliçenkoII. Dünya Savaşı sırasında kadın Sovyet keskin nişancı. Savaş sırasında 309 Alman askerini öldürerek tarihteki en başarılı kadın keskin nişancı olarak kabul edilir. Haziran 1941'de, 24 yaşındaki Pavliçenko Nazi Almanyası'nın Sovyetler Birliği'ne işgali başladığında Kiev Üniversitesi'nde tarih okuyordu ve dördüncü senesinde idi.Keskin nişancılar arasındaki tek kadın olan LyudmilaMikhailovna, Sovyet askeri olarak görev yapmıştır. Sovyetlerin Nazilerle savaşmak için kurmuş olduğu 2 bin kişilik kadın keskin nişancılar arasındaki en başarılı isimidir. Kurulmuş olan bu ordu “ölümcül güzeller” adını almıştır. Ordu ardında adeta cesetlerden bir dağ bırakmıştır. LyudmilaMikhailovna, ise bu ordu da Odessa işgali sırasında toplamda 2,5 ayda 187 Naziyi nişan alarak öldürmüştür. Lyudmila sonraları Kırım ve Sivastopol’deki muharebelere katılmış II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar 36’sı düşman sniper olmak üzere 309 kişiyi öldürmüştür

 Josef Allerberger

Avusturya doğumlu bir keskin nişancı olan Josef Allerberger, II. Dünya savaşında Naziler adına savaşmıştır. Allerberger, kayıtlı olarak 257 düşman askerini öldürmüştür. Kendisi savaş sırasında yaralanıp düşman askerlerinin eline geçmiştir. Fakat Josef Allerberger, düşman askerlerinin elinden kaçıp evine dönmeyi başarmıştır. Sonrasında da sıradan bir insan olarak hayatınını marangozluk yaparak geçirmiştir.

 


ÖLÜM MELEĞİ olarak bilinen M1903 Springfield, Amerika Birleşik Devletleri yapımı sürgü beslemeli piyade tüfeğidir. 20. yüzyılın yarısına kadar kullanımda kalmıştır.1903'te Birleşik Devletlerin düzenli ordusu için üretildi. I. Dünya savaşında tekrar servise girdi. 1936'da yerini yarı otomatik M1 Garand'a kaptırmasına rağmen II. Dünya savaşı, Kore Savaşı ve Vietnam Savaşı'nda keskin nişancı tüfeği olarak hizmete devam etti.




------ÇUVALDAN DA ÖTE-----Ece Kaya

------ÇUVALDAN DA ÖTE-----

Ece Kaya

Savaş varken insanlar nasıl yaşar? Sizi bilemem ama benim savaşlardan bahsedilirken hep aklıma gelir. Evet, savaş anında neler olduğunu ya da hangi tarafın kazandığını veya neler yediklerini öğreniyoruz; peki ya bahsetmediğimiz bir diğer savaşla mücadele edenler ne olacak? Bu mücadele de ne diyeceksiniz muhtemelen, bu mücadele geride kalanların mücadelesidir. Her kuruşun ve akla gelebilecek her şeyin savaşa gittiği dönemler vardır. Bugün size II. Dünya Savaşı Amerika'sındaki geride kalanların verdiği mücadelenin bir kısmını anlatacağım. Ve bu savaş, anneler ve ailelerine giyebilmeleri için kıyafet bulmak arasındadır.

 

II. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasındaki “Büyük Depresyon” zamanında Amerika şu anki halinden epeyce farklıydı. Ailelerin temel ihtiyaçları bile karşılayabilecek parası zorla çıkıyordu ve bu yüzden çeşitli sektörler git gide iş yapamıyordu. Alan olmadığı için de çoğu sektörde fabrikalar yüz binlerce kişiyi işten çıkardı ve bu bir nevi bir kısır döngüye döndü. Doğal olarak patates ve un gibi gıdalar bile zor alındığından kıyafetler ve kumaşa gidecek bir bütçe nerdeyse kimsede yoktu. Bunun haricinde de kıyafet yapılmak için kullanılan kumaşların satış için çıkan kısmı neredeyse hiçti, hepsi askerler için kullanılıyordu. Ancak patates, un, şeker ve hayvan besinleri için kullanılan çuvallar o kategoriye girmedikleri için bolca bulmak mümkündü. Kadınlar bu sebeplerden dolayı çuvallardan kıyafet yapmaya başladı. Büyük Depresyon döneminde ise çuvalların elbise yapmak için kullanım oranı jet hızıyla yükseldi ve kadınlar kendi aralarında çuval satmaya veya eksik parçalar için değiş tokuş yapmaya başladı. 1930lara gelindiğinde ise artık şirketler çuvalların satışta önemli bir rol oynadığını fark ettiler ve buna göre davranmaya başladılar. 1936 yılında ise Staley Milling adındaki bir Missouri firması “Tin-sax” çuvallarını pastel renklerle satmaya başladı, bu ilk defa çuvalların kozmetik olarak değiştirilmesiydi. Tin-sax çoğunluklar tarafından sevildiği için de desenli çuval kendi halinde bir sektör olmaya başladı. Bununla birlikte de artık kadınlar çuval ile ürün satan şirketlerin üretimlerinde bir nevi söz sahipleriydi. Eskiden kadınlar eşlerine sadece eksik ürünleri söylerken şimdi spesifik bir desenli çuval istiyorlardı. Yetişkin elbiseleri genelde bir çuvaldan fazla kumaşa ihtiyaç duyduğu için de aynı deseni aramak satın alma işleminin önemli bir aşaması haline gelmişti. Bir müddet sonra kitapçıklar basılmaya başlandı; bu kitapçıklarda kıyafetlerin nasıl yapılacağını ve her bir parçanın kaç çuvala ihtiyaç duyacağı yazıyordu. Evet, çuvallar çok kullanıldı ve büyük değişimler yarattı; ancak kültürel etkisi neydi? II. Dünya Savaşı zamanında ortalama 3.000.000 kadının ve çocukların en az bir defa çuvaldan bir kıyafet giydiği düşünülüyor. Çuvaldan yapılan parçalar maalesef içlerinde utancı da taşıyorlardı, bu parçalar kişinin fakirliğini direkt gösteriyordu ve insanlar daima çuvaldan yapılmış olmalarını saklamaya çalışıyorlardı. Tüm bu olaylar da o yüzden bu kadar büyümüştü, insanlar her attıkları adımda kendilerinden utanmak istemiyorlardı.

 Çuvaldan yapılmış kıyafet giyen iki aile



















11 Mart 2021 Perşembe

II.DÜNYA SAVAŞININ GÖRSEL PROPAGANDA UNSURLARI----SELİN LARA SUNA---

 

II.DÜNYA SAVAŞININ AFİŞ VE POSTERLERİ

SELİN LARA SUNA

İkinci Dünya Savaşı, İnsanlık tarihinde büyük felaketlere yol açmış büyük bir savaştır. 1939-1945 tarihleri arasında gerçekleşen ve 65 milyonun üzerinde insanın ölümü ile sonuçlanan savaş, tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. İkinci Dünya Savaşı ile salgın hastalıklar patlak vermiş, ekonomik krizler ortaya çıkmıştır. Ayrıca ülke sınırlarının yeniden belirlenmesine neden olmuştur. Bu bakımdan insanlık tarihi açısından en büyük felaketlerden ve savaşlardan biri olmuştur. Aradan 75 yıl geçmesine rağmen hala etkileri devam eden bir savaş olup savaşın ağır bilançosu son derece ürkütücüdür. Bunu bu sunumda konu aldığımız, o dönemde çıkan poster ve afişlerin konularını inceleyerek anlayabiliriz.

      

Feminist hareketin yükselişe geçmesi ile sembol olan poster. Günümüzün sembol fotoğraflarından olan “We Can Do It” (“Yapabiliriz”) posteri 1942 yılında ilk kez boy gösterdiğinde halk arasında pek yaygın değildi ve yalnızca küçük bir grubun ilgisini çekmişti. 1980’lerde feminist hareketin popülerlik kazanması ile birlikte postere gösterilen ilgi de arttı.






‘’Uncle sam wantsyou.’’ Belki de Amerikan tarihinin en ünlü afişidir. James MontgomeryFlagg tarafından, 1917'deki İngiliz LordKitchener’ın posterine dayanan Sam Amca’nın ünlü fotoğrafı tasarlandı. Flagg, kendi yüzünü sam amca için model olarak kullandı ve WalterBotts poz için kameranın karşısına oturdu. ABD için başkasının savaşmasını istemediğini belirten Sam Amca, savaşı kişisel bir haçlı seferi haline getiriyor ve bizzat "sizin" savaşmanızı istiyordu. 





‘’Looselipssinkships.’’ Vatan toprakları yakınında savaşmanın en önemli yönlerinden biri gizlilikti. SeymourGoff’unSeagramDistillery'deki çalışanlar için tasarladığı bu poster, insanları, deniz yolculuklarında batırılmalarını engellemek için tasarlanan korku temelli propagandanın tipik bir örneğidir.








‘’Tokiokid.’’ Japon figürlerinin ırkçı grotesk karikatürleri, ikinci dünya savaşı propaganda afişlerinin tipik bir örneğidir. Genel olarak Almanya, sadece yenilmesi gereken bir düşmandır, ancak Japonya, Amerika'yı kana buladığı için ırksal olarak aşağılık bir çıtaya konur. Sivilleri, ellerindekilerini boşa harcamamaya teşvik etmek için Tojoesque canavarını kullanan bu poster, 70 yıl önce ilham veren, ancak şimdilerde çok sorunlu olan bir propaganda örneğidir.




‘’Be sure you have correct time.’’ Irkçı propaganda, memleket cephesi ile sınırlı değildi. Bu Amerikan posteri, saatlerinin üç mihver liderinin karikatürleri kullanılarak senkronize edildiğinden emin olmak için yapılmıştır. Tojo sırıtan bir canavar gibidir ve Mussolini klişeleşmiş bir Afrikalı kabile şeyhi gibi görünür. Düşman oradadır, onları ezmek için doğru zamanı beklemeyi ve hepsini o an geldiğinde haklamanın önemini yansıtır.






‘’Do withless.’’ İstihkak, müttefik ülkelerdeki günlük yaşamın bir parçasıydı ve sivil nüfus, ürünleri birlikte tüketip daha az bolluğa sahip olmak zorundaydı. Bu poster, cephedeki askerlerin tüketebilmesi için vatandaşların kahve lüksü olmadan günlük yaşamlarına devam ettiklerini hatırlatıyor.









‘’Bataandeathmarch poster.’’ Bataan ölüm yürüyüşü, savaştaki her olaydan daha fazla olarak, Japonların yok edilmesi gereken barbar canavarlar olduğu Amerikan görüşünü katalize etti. Binlerce Amerikalı ve Filipinli mahkum, az miktarda yiyecek ve suyla acımasızca yaklaşık 60 kilometrelik zorlu bir yürüyüş sırasında hayatını kaybetti ve olayın haberleri 1944'te ABD'ye ulaştığında, Japon nefretini alevlendirmek için propaganda aracı olarak kullanıldı.











‘’It can happen here.’’ Üretim yarışında mihver kuvvetlerini geçmek, savaş için kritikti. Bu poster, işçileri denizaşırı bölgelerde kullanılacak olan ekipmanları daha fazla üretme konusunda motive etmek için vatandaki yıkım korkusunu kullanır. Mesaj açıktır: "çalışmaya devam et, yoksa sıra sende."







’Hitler rides in theemptyseat.’’ Yurttaki savaş, cepheye sağlanabilecek her fedakarlığın yapılmasına bağlıydı. Araba sürmek kadar basit bir şey bile çok büyük önem taşıyordu, çünkü kendi başına araç süren her insan, bir tanka ya da uçağa lazım olan benzini harcıyordu. "tek başınıza sürerek, savaş çabalarına zarar verdiniz ve Hitler’e yardım ettiniz."






‘’O'ertherampartswewatch.’’ Düşmanı kötülemek bir propaganda unsurudur. Bir diğer unsurda, hava kuvvetleri posterinin açıkça ortaya koyduğu gibi, gönüllü askere başvurunun önemidir. Ellerinde bomba tutan çakı gibi bir asker, uçağından o bombayı bırakmaya hazırdır ve halkı, askere başvuruya teşvik eder.







’Be a hero.’’ Sovyetler birliği, ikinci dünya savaşı sırasında, erkekleri savaşa katılmaya ve anavatanları için fedakarlığın değerini göstermeye teşvik eden çok çeşitli afişlere sahipti. Bu afiş, öne çıkan ve karısını veya annesini geride bırakan bir askeri ve "bir kahraman ol!" yazısını içerir.





’Stop thismonster!’’ Bu poster birçok tarzı birleştirerek savaşı, her işçi için kişisel hale getirirken, düşmanı, eğer işçiler izin verirse Amerika'yı yok edecek iki başlı bir canavar olarak tasvir eder. Bu senaryonun gerçek olmamasını sağlayacak en önemli şeylerden birisi işçilerin gayretleridir, der.


‘’Thisman is yourfriend.’’ Amerikalıların, mihver kuvvetlerine karşı savaşta, müttefiklerinin kim olduğunu söylemek zorunda kalması evet, çok saçma görünüyor. Ancak, 1940'ların sonlarında, ABD’de İngiliz karşıtı bir duyarlılık yaşanırken, aynı zamanda çoğu Amerika’nın, ülke doğrudan savaşa karışmadığı vakitlerde, savaşa girme konusunda çok az isteği vardı. Özgürlük için savaşan İngiliz, Fransız ve Sovyet Birliklerini içeren posterler, Amerikalılara, hangi yolda kimlerle yürüdüklerini hatırlatmak için tasarlanmıştır.









‘’Franklin Delano Roosevelt.’’ Bu Japon propaganda afişinde Başkan Roosevelt, Amerikan çizimindeki Tojo gibi, bir canavar olarak resmedilmiştir. Japon halkı da tıpkı Amerika'nın kendilerini gördüğü gibi, Amerika'yı canavar olarak görmektedir.





’Sowiewirkämpfen.’’ Mihver kuvvetleri, İkinci Dünya Savaşı'nda propaganda afişlerini geniş ölçüde kullandı, ancak Almanya, ana vatanını müttefik ülkelerde olduğu gibi harekete geçirmedi, Nazi Almanya’sı 1943 yılına kadar topyekün savaş kavramını benimsemedi. Joseph Goebbels, 1943 yılından itibaren topyekün savaşa yüzünü döndürdü. Sivil savaşüretimi için, "tıpkı savaşan asker gibi, sen de zafer için çalışmalısın!"






‘’Enlist in the Italian Ss Legion.’’ Savaş sürerken, seçkin Ss saflarının doldurması için daha fazla askere ihtiyacı vardı, bu yüzden Nazi işgali altındaki uluslararası özellikle de komünizm karşıtı ülkelere yönelim yapıldı. Bu afiş, 1945'te doğu Cephesi'nde savaşmak üzere kurulan bir birim olan 1. İtalyan Ss Lejyonu'na, İtalyanları katılmaya teşvik etmek amacıyla hazırlandı.






‘’Fightingfilipinos.’’ 20. yüzyılın başlarında, Filipin isyanı sebebiyle Filipin karşıtı duygular ABD'de yüksek seviyedeydi. Ada ulusunun Japonya tarafından acımasız boyun eğdirilmesi Amerikalıları şok etmişti. Bunun gibi posterler, Filipinli halkın Japonlara karşı cesaretini ve mücadelesini vurguladı.









‘’Catchhimwith his panzersdown.’’ABD'deki büyük Alman-Amerikan nüfusu nedeniyle, alman halkını, Japon halkına yapıldığı gibi resmetmek uygun değildi. Müttefik posterler, Hitler'i ve diğer Nazileri posterlerine konu ettiler ve alman ulusunu bütününe kapsayan karikatürlerden çoğunlukla kaçındılar.




‘’Everybulletmeans an enemykilled.’’ Bir mermi dediğin iki lira ulan!

Sovyet afişleri, diğer müttefik posterlerinden çok daha fazla öldürmeyi yüceltiyordu. Bu afişte sırıtan bir Sovyet askeri, elinde bir avuç mermi kovanı tutmaktadır ve en önemlisi de ardında ölü Nazilerin mezarları vardır. "işte böyle dövüş: Her kurşun, bir düşmanın öldüğü anlamına gelir." mesaj açıktır, mermilerin hepsi hedefi bulmalıdır.


YAYIN VE BLOG İÇERİĞİ

  ZAMANSIZ TARİH DERGİSİ YIL/ SAYI : 2020-2021/ 1 GENEL YAYIN YÖNETMENİ: H.VEYSEL KIRLANGIÇ-  TARİH ÖĞRETMENİ YAYIN YÖNETMENLERİ AZRA NAZ ...